Saturday, June 25, 2005

feylesoflarin krali ahmet inam

21 Haziran 2005 de hurriyet te yayimlanan soylesiyi copy-paste etmekten gurur duyarim.link vermedim, kaybolur gider bir gun uzayda diye. bu adam cok zeki ve cok sempatik bir prof. odtu nun sayfasindan makalelerine ulasmak mumkun. felsefenin pratikde vucut bulmus hali mi demeliyim yoksa, abarttim galiba. keske her hoca onun gibi olsa...


Bize şen profesörler diyorlar oysa iki Anadolu Hayvanı'yız
Serhan YEDİG

Ahmet İnam, ODTÜ Felsefe Bölümü Başkanı, Felsefe Kurumu üyesi, 18 kitap yazmış uluslararası düzeyde saygın bir akademisyen. Cengiz Güleç ise ergenlik psikiyatrisinin önde gelen uzmanlarından, Fransa'da, Hacettepe Üniversitesi'nde ders verdi, TBMM'ye girdi, Ecevit Hükümeti'nin kültür bakanı adayıydı. 60'ına merdiven dayayan iki akademisyen ayda bir buluşup, ciddiyeti tatile gönderiyor.


Demlendikten sonra teybin düğmesine basıp varoluş, ego, bunaltı, cinsellik, tasavvuf gibi zorlu kavramları iki haşarı liseli üslubuyla tartışıyor. Nükte, argo, hatta küfür serbest. Hayvan Dergisi'nde "Şen Profesörler" başlığıyla yayımlananlar işte bu metinler. Kavuklu'yla Pişekar'a benzetilen ikili "Kesinlikle Dümbüllü'nün kavuğuna aday değiliz" diyor. "Anadolu Hayvanları" ikilisiyle buluştuk. 4,5 saat, bir şişe viski, yarım şişe rakı tüketip "karizmayı çizdirmeyi neden göze aldılar"ın cevabını aradık.

BİZ KİMİZ?

Biraz Kavuklu-Pişekar biraz da Mevlânâ-Şems

Birbirinizi başkalarına nasıl anlatırsınız?

C.G - Sırlarını bildiğim için rahatlıkla anlatabilirim: Muzip bir çocuktur. 20 yılda hiç depresif ruh halinde rastlamadım onda. İddiacı değil. Ama hayatta iddia sahibi. Muzipliğiyle kendini, çevresini hoşnut tutuyor. Hayatının baharında. Buluştuğumuzda bu ruh halini bana da bulaştırır. İnsana ve hayata gömülüdür. Bunlar üzerine düşünce üretmekle birlikte hayat acemisi, mahcup, toydur. Hatta kabaktır. 10 yıl seminer verdiği 10 kişiden 5'inin ismini hatırlamaz. Onları toplu varlık gibi algılar. Safiyetiyle belalardan korunur. 55'inde ehliyet aldı, şimdi başı dertten derde giriyor. Bir de herkesten güzel kahkaha atar.

A.İ - Akademisyen bilgilendikçe sezgisini kaybeder. Cengiz ise güçlendiriyor. İnsanları dünyasına buyur etme yeteneği müthiştir. Büyük dalgaları aşıp, çırpıntıdan yılması kötü özelliği. Bu yüzden düşük verimlilikle çalışır. Kitap yazacağına briç oynar; sabaha kadar güzel türküler söyler. Sorguladıkça kendinden hoşnut olmama durumu büyür, asabileşir. Başını okşarsan dünyanın en iyi psikiyatristi olur. Ama hayat hep baş okşamaz. Hüzünlü adamdır, soyadının aksine nadir güler. Kahkahama bakıp insan olmanın acısını hiç yaşamadığımı düşünür, bilmez ki geberiyorum acıdan. Kemirmekten elimde tırnak kalmadı.



İçki masası, kültür ve sanatın dışında hayatta başka neler paylaşırsınız?

A.İ - Sadece bunları ve ortak ruh halini paylaşıyoruz.

C.G - Aradan yıllar geçtiği hiç görüşmediğimiz olmuştur. Ben arama özürlüyüm çünkü. Ama buluştuğumuzda aynı sıcaklıkla devam ederiz. Kişiliklerimiz çok farklı. Ben ayrıntıcıyım, insan ilişkilerinden giyimime kadar her şeye özen gösteririm. Sevemediklerime kapımı açmam. Derin mutsuzluklarım, coskularım vardır. Hedonistim. İçmeyi bilirim, o bilmez. Ne bulursa içer, sarhoş olur. Giyimine önem vermez, hep simsiyah giyinir. Çilecidir. Ruh hali dalgalanmaz. Buna karşın iki farklı ve tam kişiliğin birlikteliğidir dostluğumuz. CTV'deki programımızdan övgüyle bahsedenlere, nedir hoşunuza giden, diye soruyorduk. Felsefeden anlamadıkları halde, sohbetimizi çok sevdiklerini söylüyorlardı. Halvet hali böyle bir şey. Farklılıklarımızla birlikteyiz. İki tam insanın birlikteliği bu. Yarım insanlarla ne halvet olur ne de aşk.

A.İ - İşte bu nedenle nisan gelmiş, biz aşık olacak insan bulamıyoruz. Nietzshce ne demiş "Oltamı attım, balık çıkmadı, çünkü yoktu." (Kahkahalar)

C.G - Balık tutulacak yeri bulmak bir sezgidir, Nietzsche'ninki de hıyarlık kardeşim.

A.İ - Avlamamak güzeldir. Boş dönen avcıyı çok severim. Ceylanı, tavşanı görmüş, vurmaya kıyamamıştır. Akademisyenin hıyarı her gördüğü ağaç dibine ateş eder. Biz avcı değiliz. Kavramları vuramayız. Teorileri eğip bükmeyiz. Taklit değildir sözümüz, yaşadığımızın teorisini yaparız.



Birbirinize nasıl katlanıyorsunuz? Mesela elektrik mühendisliğinden gelen felsefeci Ahmet İnam, 2001'de Çek Cumhuriyeti'ndeki felsefe konferansında psikoterapi üzerine bildiri sununca neden kan çıkmadı?



C.G - Bütün psikiyatri çevresi onu tanır. Son 10 yılda benden çok psikiyatri konferansına katılmıştır. Tanışıklığımız da buradan kaynaklanıyor. 15 yıl önce muhafazakar çevrelerin düzenlediği bir konferansta tanışmıştık. Maneviyattan bahsettiği için onu çok severler. Oysa ateisttir. Benim de sol kimliğime karşın, muhafazakar çevrelerle diyaloğum iyidir. Herkes Bektaşi ruhlu olduğumuzu bilir.

A.İ - Onunla karşılaşmam Tanrı'nın bir lütfudur.




DERDİMİZ NE?


Borçlu doğduk, hep çalışacağız, mezar taşında
Burada borçlu bir hıyar yatıyor yazacak
İmaj çağında, narsisizm salgını kol gezerken profesör karizmanızı çizdirmeyi neden göze aldınız; çok mu sıktı profesör cübbesi sizi?

A.İ - Memur akademisyen işini yapar. Oysa bilgi sorumluluk getirir. Bilimadamı bilgisini hayatla paylaşmak istiyorsa kalıpları kırmak zorundadır. Cengiz'le birlikteliğimiz, bilgiyi içselleştirme, paylaşma kaygısının sonucudur. Çoğu kişi hayattan alacaklı olduğunu düşünür. Bu nedenle mutsuzdur. Biz borçlu olduğunu düşünenlerdeniz. Dine inanmamakla birlikte, bizi var kılan güce borçluyum, insanlara, toprağımıza, kültürümüze borçluyum. Akademinin dışında, her fırsatı değerlendirip toplumun karşısına çıkmalı ve bilgimizi paylaşmalıyız. Hayatım boyunca bu doğrultuda çalışacağım, yine de ölürken borçlu gideceğim. Mezar taşımda "burada borçlu bir hıyar yatıyor" yazacak.

C.G - Profesyonel felfesecilerin dünyasında Ahmet bir boyalı kuştur. Bir yıldır Cumhuriyet Dergi'deki yazılarında onlarla hesaplaşıyor. Ben de profesyonel psikiyatristler dünyasında hastalık yerine hep insandan bahseden bir hekimim. İkimiz de alanımızda ayrıksıyız. Karizmaya, cübbeye, şan ve şöhrete ihtiyacımız yok. Mizaha karşın her tezimizin arkasında bilgi vardır. Bizi, düşüncelerimizi bilerek çağıran her davete açığız. Muhafazakar kesimin toplantılarına da katılıp, konuşuruz. Bilgimizi paraya ya da şöhrete tahvil etmek peşinde değiliz. Tam tersine ciddi sorunlar yaşadım. Aktif politikaya CTV'deki program yüzünden girdim.



Nasıl?



C.G - Programcı Bahar Daldal'ın önerisi üzerine haftada bir, gündemsiz ekrana çıkıp tartışıyorduk. Anadolu'da edep ve eren kültürü üzerine konuştuğumuz bir akşamın ertesinde DSP'den davet aldım. Rahşan Ecevit izlemiş, etkilenmiş. DSP'ye girip milletvekili olduktan sonra CTV kapandı. Ulusal Kanal'dan davet aldık. Samanyolu ya da Kanal 7'den davet gelse, oraya da giderdik. Hangi kuruluş çağırırsa gider konuşuruz. Hayvan Dergisi de böyle gündeme geldi.

A.İ - Çünkü insan ve hayata dair söyleyecek sözümüz var. Biz konuşurken keşfediyoruz. Horoz dövüşü yapmadan, farklılıklarımızı koruyarak tartışıyoruz.



Hayvan Dergisi'ndeki konuşmalar tamamen emprovize mi, metin üstünde oynuyor musunuz?



C.G - Bir arkadaş geliyor. Tema yalnızlık olsun, diyor. Teybi açıyor. Bir saat konuşuyoruz. Sonra kesip, biçip kullanıyorlar. Biz dergiyi basıldıktan sonra bayiden paramızı ödeyip alıyoruz.



Öğrenciler, akademisyen dostlar ya da çocuklarınızdan itidal çağrısı geliyor mu?



C.G - Son konuşma çok küfürlüydü. Bunları çıkaracaklarını düşünüyorduk. Yayımlanınca endişeye kapıldım. Neyse ki ben dikkatli davramıştım ama arkadaşım adına hicap duyuyordum. (Gülüyor) Tepkiler şaşırtacak kadar iyi oldu. Çocuklarım zaten bizi bilir, şaşırmadı.

A.İ - Okuldaki resmi kimliğim nedeniyle tepkilerini pek sezdirmiyorlar. Yine de yan gözle istihza dolu bakışlarından "Hoca, Hayvan'daki vaziyeti gördük" demek istediklerini anlıyorum. (Kahkahalar) Oğlum kocaman cüsseli bir adamdır. ODTÜ'de fizik doktoru. Ona "ağabey" diye hitap ederim. Kavukluyla pişekarı oynadığımız söyleşiler eminim çok hoşuna gidiyordur.



Aman Ferhan Şensoy duymasın. Kavuğu Cem Yılmaz'dan zor kurtarmıştı. Şimdi de iki profesör çıktığını duyarsa bir kaza çıkabilir.



A.İ - Endişeye mahal yok, kavuğa aday değiliz.



KENDİMİZE NEDEN

ANADOLU HAYVANI DİYORUZ?



Oryantalist Anadolu hıyarlarına düşmanız



En büyük kaygınız insan, ama adam gibi adamı tanımlarken "Pergel", "Hayvan" gibi sözcükleri seçiyorsunuz. Neden?



C.G - Hayvan Dergisi'nden teklif gelince ismine tepki gösterdim. Ahmet ise hay'ın Arapça'da ruh ve can anlamına geldiğini söyledi. Evet, Anadolu'da can bulmuş varlıklarız ikimiz de. Hint, İran, Kafkas etkileri ve bu toprakların birikimiyle Anadolu'da çiçek açan tasavvuf kültürünü sahipleniyoruz. Pergelin sabit ucu gibi bir ayağımızı Anadolu'ya basıp diğeriyle dünyayı tarıyoruz. Bize "Şen Profesörler" deseler de Anadolu canları, Anadolu Hayvanlarıyız.



Ahmet İnam hıyar ve hıyarlığın önemini kavrayıp, tüm yazdıklarını yakmaya, "Hıyaran" kitabını yayımlayıp hayatını vaaz vermeye adamıştı. Anadolu Hayvanları'nın şimdilerde hıyaranla arası nasıl?



C.G - Üzerine bastığı zenginliğin farkında olmayan, Oryantalist ruhlu Anadolulu hıyarana kızıyoruz.

A.İ - Topraklarındaki hıyara bile sahip çıkacaksın. Elinden tutup, seni seviyorum, diyeceksin. Ondan çiçek yapmaya çalışacaksın. Bu bir çile işi, şımarıklığımız boşuna değil. Çileden geçip bu noktaya geldik. Anadolu Hayvanları olarak çok çile çektik. Karılarımız bizi sallayıp pencereden attı, başkaları üzerimizde tepindi. Mesela dört saattir konuşuyoruz. Gecenin 11'i oldu, eve geciktim. Karım şimdi beni dövecek. Ama şikayetçi değilim. Çok muhterem bir insandır. Kapıda beni oklavayla beklemesi sayesinde adam oldum. Yoksa uçarı bir insan olurdum.



Anadolu şovenizmi bir tehlike midir?



A.İ - Ne Oryantalist aydın gibi aşağılıyor ne de ölçüsüz yüceltiyoruz. Bu kültürü içselleştiren Anadolu Hayvanı, "Ben Eskişehir ya da İstanbul'daki hayatı anlatmazsam gezegendeki hayat eksik kalırdı" diyebilmeli. Birikimiyle evrensel kültüre katkıda bulunmalı. Biz çığlık atmazsak, Türkmen, Alevi, Kürt, Ermeni, Rum ve binbir farklı etnik grupla bu toprağın farklı bir yapısının bulunduğunu, üzerinde yaşamanın ayrıcalık olduğunu anlatmazsak hıyarlıklar devam edecek. Biz insana, Anadolu'ya ilişkin çığlık atıyoruz. Ama Afrikalı'nın, Avustralya yerlisinin, zenci, homoseksüel, farklı düşündüğü, şeytani olduğu için dayak yiyenin çığlığını da içimizde duyuyoruz. Teklifim şu: Anadolu'da en iyi gırnata çalanı bulalım. O çalsın ve bütün Anadolu insanı, içinde yüzyıllarca biriktirdiği trajediyi duyarak, özgün kimliğini koruyarak hep birlikte dans etsin. İşte o zaman gerçek Anadolu'yu göreceğiz.

C.G - Cevat Şakir ve Mavi Hareketi, Ion kültüründen sonraki 1500 yılı yok saydı. Biz, Bizans ve Osmanlı'yı da ekliyoruz. Bu topraklardan ayrılan Ermeni ve Rumların ağıtını tutuyoruz. Genetik, kültürel çeşitlilik açısından kıta özelliği gösteren Anadolu zenginliğini önemsiyoruz. İrene Melikov hayatını Hallacı Mansur'u anlamaya adıyorsa, bunun bir sebebi olmalı. Bununla birlikte Doğu Akdeniz'in dünya kültürünü çölleşmekten kurtaracağını savunuyorum.



İnsandan bahsederken cinselliğin ıskalanmasına çok sert tepki gösteriyorsunuz, nedir Anadolu Hayvanı'nın şikayeti?



A.İ - Felsefenin tarihsel yanlışı Platon'un vücudu reddetmesinden kaynaklanır. Bulutlarda oturuyor, kıçıyla buluta oturduğunu fark etmiyor. Descartes aynısı. İkisinin de düzenli seks hayatı yok. Adam gibi sevişemeyenden felsefeci olmaz. "Piştim elhamdülillah" diyormuş gibi "Seviştim Elhamdülillah" diyeceksin. Ben bunu Nietzsche'den öğrendim. Schopenhauer bedeni çok teorize etmiş, hadımlaştırmış. Hasta olan Nietsche ise ruhun bedenden kaynaklandığını, ama ondan yüce olduğunu söylüyor. Anlıyorsun ki seviyorsan dokunacaksın.

C.G - Ahlak ve libidoyu aynı oranda gözetmezsen bir b.k olamazsın. Beden ve cinselliği reddederek uygarlık kurulamaz.



GENÇLERE NE SÖYLÜYORUZ?



Çocuklar bulunduğunuz yerle yetinmeyin, ilerleyin!



Günümüzün marka dünyasında kafası karışan gençlerine, endeks ve parite izlemekten başı dönen yetişkinlerine ne tavsiye edersiniz?



C.G - Kafa karışıklığı çok iyi bir şey. Hayatı sorgulamayan, kafası hiç karışmayanlar var çünkü. Bin yılın birikimini kucaklayan iki Anadolu Hayvanı olarak şunu tavsiye ediyoruz: Sahip olmaya çalışma. "Ol"maya çalış. Olmak yola çıkmaktır. Bu yolculukta harita verilmez, tavsiyede bulunulmaz. Kendini, hayatın ırmağına bırak. Becerilerini, kendini keşfet. Sürüklenme, kendi rotanı çiz. Oysa günümüz insanı ırmağa girmeye korkuyor.

A.İ - Yürüyorsan yol arkada olmalı. Önünde değil. Sen yürüdükçe yol ortaya çıkmalı. Evet, çok riskli. Levha yok, çizgi yok. Yaşamak riski göze almaktır, cesarettir. Korkaklar, kaçaklar, ardına sığınacak bir şeyler arayanlar yaşadıklarını sanır. Herkes kahraman olamaz ama hayatı karşılayabilir. Annesini, babasını, öğretmenini, patronunu karşılayabilir. Mesela ben bastı bacak, kel kafalı, genetik falsoları olan, Sandıklı'dan çıkan bir adamım. Bunu kabul edip, simyacı gibi çalışarak varlığımı ileri noktaya taşıma gayretindeyim. Kendimi aşmaya çalışıyorum. Kendimizi tanıyıp buna teslim olmak yerine, aşmaya çalışmalıyız. Sokrat'tan bu yana insan şunu biliyor: Doğurdukça, yarattıkça yaşayacak. Cengiz'le gençlere şunu tavsiye ederiz: Çocuklar bulunduğunuz yerle yetinmeyin, ilerleyin! Benim de bir sözüm var, deyin.




ÇEKİRGE SORDU HOCALAR CEVAPLADI



Bahar felsefeciyi mi psikiyatristi mi daha fena çarpar?



Ahmet İnam - Nisan ayların en zalimidir, diyor T. S. Eliot. Nisan vesilesiyle psikiyatristle felsefecinin çarpışması, toslaşması gayet iyidir. (Kahkahalar) Gerçi biz ayda bir kez toslaşıyoruz, değil mi Cengiz?

Cengiz Güleç - Ben taş gibi duruyorum vallahi. Bahar sokaktaki insanı gerçekten fena çarpıyor. İnsan çarpmışları düzeltmeye çalışırken, rastladığım ruh hallerinin güzelliği beni de çarpıyor.

A.İ - Hoca seni nisan çarpmamış olsa bunu fark etmezdin. Bence senin gözüne nisan kaçmış.



Bahar aşksız çekilir mi, aşk yüzünden baharı ıskalayan dövünmeli midir?



A.İ - Şimdi konuşacağım ya, kendimle çelişen şeyler söylemekten korkuyorum. (Kahkahalar) Aşk için bile olsa baharı kaçıran dövünmezse, mutlaka dövülmeli. Aşk sadece baharda gelmez. Ayrıca farklı aşk türleri vardır: Doğa, bilim, sanat. Erotik aşk aklıma geliyorsa namerdim! Baharda biraz duvara tırmanıyoruz, o kadar. En iyisi yoğurt yiyip sakinleşmek. Aslında insan her dem kuduruktur. Haydi itiraf edeyim. Aslında bahardan ödüm kopuyor.

C.G - Biz beden ve zihin ayrımına şiddetle karşıyız. Yakalasak Descartes'i fena döveceğiz. Uyanış zihinde yaşanmaz sadece, bedenin bütününde yaşanır. Birey içindeki hayvanla yüzleşmekten korkmamalı. Baharda libido yükselince bu uyanışla nasıl başa çıkacağımızı şaşırıyoruz. Gözümüze bant geçiriyoruz. Oysa birey beden ve ruhundaki uyanışa kulak vermeli. Buna çevresini, içinde yaşadığı kültürü de katmalı.



Felsefeci mi daha ikna edici aşıktır, psikiyatrist mi?



A.İ - Hiç kuşkusuz psikiyatrist. Ben sadece Platon'dan bahsedebilirim.



40'ın azgınını teneşir mi paklamalı?



A.İ - Gençken hep 60 yaşına geleceğim günleri bekledim. Bedenimin namussuz kışkırtıcı özellikleri azaldı. Huzur içindeyim şimdi. Bedenimizin, aklımızın, ilişkilerimizin, duygularımızın kıymetini bilmeliyiz. Sevişme sadece orgazm değildir. Karşıdakinin ruhuna düşünce, bilgi, kültür, duygu birikimiyle dokunmak müthiş bir zenginliktir. Bunu porno kitapları yazmaz.

C.G - 40'ın azgını söylemini icat edenler isteyip de azamayan kazmalardır. Kendini hayata bırakanları olumsuzlamak, statükoyu korumak için bu şablonların arkasına sığınırlar. Kazmanın azması başına iş açar. Adam gibi adam, 40'ında yıllanmış şarap kıvamına gelir. Hayata katılma cesareti varsa bunu alkışlarız.



TÜBİTAK başkanını kendisinin atayabilmesi için yasa değişikliği hazırlatan Başbakanımız bu koltuğa bir karikatürcü oturtabilir mi, uygun mudur sizce?



A.İ - Ben başbakan olsam kesinlikle karikatürcü atardım, çünkü gerçekliği iyi bilirler. Einstein, Newton, Heisenberg, Max Planck aslında birer karikatüristtir. Bilimin kurduğu modeller gerçek hayatı tam olarak yansıtamaz, birer karikatürdür. Laf aramızda Tayyip Bey'in yaptığı büyük bir saygısızlık, çünkü TÜBİTAK başkanı iyi bir akademisyendi. Yeni başkanı bilim adamları seçmeli.

C.G - Gerçek bilimadamı muziptir. Bilimin mutlak gerçeği temsil etmediğini, dogmalaştırılamayacağını bilir. En iyi örneklerinden biri Erdal İnönü'dür. Ancak onun gibi bir bilimadamı başbakan TÜBİTAK'a başkan atayabilir. Başkanın mutlaka ODTÜ'lü fizikçi olması gerekmez. Çünkü ODTÜ'lü kötü örnekleri gördük. İşletmeci olabilir. Tercihim bir filozofun atanması.



Felsefe, psikoloji bilmek, Xanax'a sığınmadan hayata tahammül etmeyi kolaylaştırır mı, ruhta bir kilo pirzola etkisi yapar mı?



C.G - Psikiyatri tehlikeli şekilde insandan uzaklaşıyor. İnsan ruhuna dokunmadan, tahlillerle, ilaçlarla sorunlara çözüm bulmaya çalışan biyolojik psikiyatri akımı artık ilaç firmalarına çalışır hale geldi. İnsandan korkuluyor. Nedenlerinden biri, geçmişte iç içe olduğu felsefeden kopması. Bu psikiyatrinin intiharıdır. Oysa psikiyatrist felsefeye yakın, bilge kişilikli bir hekim olmalı. Hastalıkları iyi bilmek yetmez. Bilgelikten yoksunsa insan konusunda bilgisiz, hayat konusunda yayan kalabilir. İşte Ahmet'le 20 yıllık beraberliğimizin temelinde de bu çaba var; ilk kez ifşa ediyorum bunu. Psikiyatri serotoninle, felsefe de bilim teorisiyle sınırlı kalacaksa en iyisi pirzola yemektir. Bir tutam kahkaha insana çok daha yararlı çünkü.



Cezaevi koşullarını gündeme getirmeye çalışan gençler neden paspas edilir: A) Psikolojiyi zedeledikleri için, B) Milli felsefemize aykırı düştükleri için?



A.İ - Bir yandan gelenekleri korumaya çalışırken bir yandan AB'ye girme çabası büyük bir sosyal kaos yaratıyor. Bence bu bir nimet. Bu çelişki ve kaos Dostoyevski, Rousseau ayarında müthiş felsefeciler, romancılar çıkmasını sağlayabilir.

C.G - Ahmet, itibar düşürmek için felsefe dünyasına sokulmuş bir Truva Atı'dır. Anadolu binlerce yıllık, kıtaların kültürel zenginliğe sahip bir toprak parçası. Kaotik değil, dinamik, yaratıcı. Tükenen Avrupa uygarlığı ve dünya için bir nimet. Bence dünyanın kurtuluşu Akdeniz uygarlığında.



Okumak cehaleti alırsa, baki kalan eşeklikle nasıl başa çıkılır?



C.G - Hayvanın böylesiyle karşılaşmamıştık hiç.

A.İ - Hay sözcüğü ruh, can anlamına gelir. Bu nedenle Cengiz'le biz kendimize Anadolu Hayvanları adını taktık. Anadolu'nun ve hay'ın önemini biliyoruz çünkü. Memleketimiz memur akademisyenlerle dolu. İnsan öncelikle kendini tanımalı, sınırlarını bilmeli. Kendine sormalı: Ben Mozart mıyım, Salieri miyim? Salieri kendini tanımıyor, Mozart'ı kıskanıyordu. Mesela ben sınırlarını bilen bir felsefeciyim. Salieri olduğumu biliyorum. Yeteneklinin alnından öperim. Tanrı'ya kızacağıma beni böyle yarattığı için teşekkür ederim. Ama ona kıçımı göstermekten çekinmem. İşte sadece bu eylem Salieri'yi zekasıyla Mozart'ın doğal dehasına yaklaştırabilirdi. Aynı şeyi tarihe, kültüre yapabilmek gerekir. Saygısızlık çağrısı değil bu: Türkiye Cumhuriyeti'ne, doğaya, sevgililere, dostlara arkadaşlarımıza bize verdiklerinden dolayı teşekkür edelim. Ama popomuzu göstermekten kaçınmayalım. Bu, farklı olmanın, kendimizi aşma kararlılığının manifestosudur. Çaresizliğinin, sınırlarının farkına varan insan bunu aşmanın yolunu bulur.

C.G - Babil Kulesi'ni hatırlayalım. Afetlerden korunmak için birleşip bir kule inşa eden, bunu gökyüzüne yükselerek Tanrı'ye meydan okur şekle getiren insanoğluna Tanrı ceza olarak farklı dilleri gönderdi. Birbirleriyle anlaşamaz oldular. İnsanın Tanrısal güç ve mutlak hakimiyet peşinde koşması haddini bilmezliktir. Doğayla uyum içinde olmalı. Salieri Kompleksi haddini bilmezlikten kaynaklanır. Bilge bir kişi olsa, dehaya saygı duyar, Mozart'a kötülük yapmaktansa, zekasının sınırlarını zorlamayı seçerdi. Bilge olsa hayatta ölüm diye bir sınır olduğunu bilirdi.



Ciddiyet neyin ilacıdır, mizah delikanlılığı bozar mı?



A.İ - Ciddiyet gerçekliğin derinliğine götürür bizi. Mizaha dönüşmesi gerekir. Bilimadamı ancak bu aşamadan sonra gerçekliği görebilir. Sahte ciddiyet sığlığın, ucuz düşüncenin paravanıdır.

C.G - Sahte ciddiyetin ardına saklanan sığlığa isyanımız. Gülün Adı'nı hatırlayın. Kilise, Aristo'nun komik metnini saklamaya çalışıyordu. Çünkü mizah ve kuşku, dogmanın düşmanı. İşte bu nedenle kof ciddiyetle taşak geçiyoruz. Mizah hayatın kendisidir. Kendimizle de dalga geçebilmeliyiz.



Ölüm korkusuyla pusulası şaşan faniye sizin Kutup Yıldızı ne tavsiye eder?



A.İ - Bütün hikaye, noktaları kaldırmayı bilmek: Ölüm yerine "olum" diyebilmek. Ölmeyi bilmeyenin olma sorunu vardır. Hay olun, hıyar gibi durmayın, dönüşün, oluşun. Ölgün olmayın, olgun olun. 18 yaşında ölgün gençlerle karşılaşıyorum derslerimde. Yunus Emre gençken ölenleri şöyle tarif ediyor: "Gök ekini biçer gibi." Genç ölüm çağımızın hastalığı...

C.G - Hayatla bağımızı sahip olmak üzerinden yürütüyorsak, ölüm bunlardan yoksunlaşmak gibi algılanır. Dünyeviliğe tutunan hayattan vazgeçemez. Hayatla bağımız olmak üzerineyse, ölümden korkmayız. Bir başka yol, öteki dünyaya inanmak. Oysa öteki dünyaya ne kadar bağlanırsan bu dünyayı o kadar es geçersin.

A.İ - İmza: Sahip!!! (Kahkahalar)


uykuda sevilen kizlar...


ggm
Originally uploaded by derbose.
Ahmet Altan in Gabriel Garcia Marquez in son kitabi " benim hüzünlü orospularim" kitabi hakkindaki yeni aktüel de yayimlanan yazisi.

Marquez, ünlü Japon yazarı Kawabata'nın "Uykuda Sevilen Kızlar" kitabından alıntılarla döşediği son kitabına "Benim Hüzünlü Orospularım" adını vermiş. Kitabın ismindeki iki sözcük, hüzün ve orospu, açıkça yan yana kullanılmadığında bile insanın aklında hemen hemen her zaman birlikte belirir.
Orospular hüzünlüdür. Öyleler midir acaba? Yoksa biz orospuların hüzünlü olmasını mı isteriz? Bu "tarihin en eski mesleğine", kadına aç erkeklerle, bu erkeklerin zavallı iştahını doyurmaya razı olmuş parasız ve çaresiz kadınların bir araya gelmesi olarak baktığınızda hüzünden de öte bir acıklılık görürsünüz.
Ama gördüğünüz gerçek midir? Toplumun bu en gölgeli alanlarından biri, çaresizlerle parasızların buluştuğu bir zavallılık panayırı mıdır? Eğer öyleyse, çok ünlü ve çok yakışıklı bir aktörün bir arabanın içinde bir orospuyla basılmasını nasıl açıklarız? Hayatı alımlı kadınlarla dolu o huysuz İngiliz yazarı Graham Greene'nin defterinde kırktan fazla orospu adı bulunmasını neye bağlayacağız?


Kessel'in, daha sonra Bunuel'in filmini yaptığı, "Gündüz Güzeli" isimli kitabında anlattığı, yakışıklı ve zengin bir doktorun kerhanede çalışan karısı sadece hayal mahsulü müdür? Öyle olmadığını biliyorum çünkü ben o kadına benzer kadınlara rastladım.
Kader kurbanı olduklarından ya da paraya ihtiyaçları olduğu için değil orospu olmak istedikleri, aşağılanmaktan ve aşağılamaktan çamur yığınları içinde altın arar gibi bir zevk arayıp buldukları için o dünyanın karmaşık ve tehlikeli labirentlerinde korkuyla, tuhaf bir heyecanla dolaşıyorlardı.
Bir süreliğine kiralanmış bir evin kötü döşenmiş, az ışıklı salonunda biraz sonra kiminle sevişeceklerini bilmeden sevişmeyi beklemekte, keskin bir jileti yalamak gibi ürpertici bir kasılma yaşamayı seviyorlardı.
Sadece cinsel zevkleriyle karşılarına çıkan erkeklerin çırılçıplak kalan ruhlarındaki seyirmelere bakıyorlardı. Bir köle gibi gözüktükleri bir sevişmede bir erkeği istedikleri gibi oynatabildiklerini, kandırabildiklerini görmek eğlendiriyordu onları.

Her sevişmede, bir uçurumun üstüne gerilmiş incecik bir ipten geçiyorlardı.
Marquez çapında bir yazarın sekseninci yaşında belki de son kitabı olabilecek bir kitaba orospuların adını vermesi boşuna değildi.
O dünyada çok az ama çok yoğun duygular vardı.
Marquez'e esin kaynağı olan Nobelli Japon Kawabata, "Uykuda Sevilen Kızlar"da uyutulduktan sonra ihtiyarlara sunulan bakirelerin bulunduğu bir kerhaneyi anlatıyordu.
İhtiyarlar çaresizce özledikleri kadın vücuduna ancak o kadın uyurken kendi çaresizliklerinden utanmadan dokunabiliyorlardı.
İhtiyarlığın bir erkek için ne demek olduğunu, bedeninin ihanetine uğramış bir arzunun ortaya ancak dokunacağı kadın uyuduğunda çıkabileceğini göstererek anlatıyordu

İhtiyarlık, uyanık bir kadına dokun maktan korkmaktı.
Kawabata, ihtiyarlığı böyle anlatabilen bir yazar olduğu için Nobel'i aldı.
Orospuların gölgeli dünyası, her türlü arzunun ortaya özgürce, utanmak zorunda olmadan çıkabildiği bir dünyaydı, hiçbir kadının koynunu açmayacağı ihtiyarlara bile koynunu açacak kadar da cömertti.
İnsanlar bu cömertliği genellikle "para"ya bağlarlar, parayla sevişilen bir yerdir orası.
Buradaki "para", toplumun hoş görmeyeceği kadar büyük bir özgürlüğü topluma kabul ettirmenin yoluymuş gibi gelir hep bana.
Para almayan bir kadının bir günde on erkekle sevişmesini toplum kabul eder mi sizce? Bir erkeğin tanıştıktan üç dakika sonra bir kadına "soyun" demesi, bunun para için yapıldığı düşünülmese toplum tarafından gizli bir hoşgörüyle karşılanır mı? İnsanların bütün kurallarının, alışkanlıklarının yok olduğu neredeyse hayvansı bir doğallığın hakim olduğu bir sevişme, eğer ortada para olmasa, toplum tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmaz mı? "Ben parayla sevişmem" diyen çok insan gördüm, siz de görmüşsünüzdür.

Para denilen paravan olmasa kimse öyle sevişmeye cesaret edemez.
Kısa ve kesin bir zevki bulabilmek için insanların asla kabul edilemez bayağılıkların derinliklerine inebildiği, bir şimşeği bir anlığına çıplak eliyle tutabilmek için ahlaksızlıklar fırtınasının içine girebildiği bir dünyayı, buralara girmek istemeyen insanların gözünden saklamaya yarar para.
Para denilen perdenin arkasında yaşananlar böylesine karmaşık ve sınırsız olduğu için edebiyatçılar oralarda neler oluyor diye kalemlerini bu karanlık kuyuya sokarlar.
Orospularının çoğunun paradan fazla bir şey istediğini hissettikleri için.
Kessel onun için yazar "Gündüz Güzeli"ni, Greene onun için bir kerhanede bir adamın bir orospuyu nasıl güldürdüğünü anlatır, onun için Bunuel öyle bir film çeker, bu yüzden Kawabata ihtiyarlığın bir bedensel ihanete uğramak olduğunu bir kerhane dekorunun önünde gösterir.
Bu yüzden belki de Marquez son kitabını orospulara ayırır.
Orospuların "hüzünlü " olduğu fikrine nasıl vardık bilmiyorum.
Ama orospuların hem para kazanıp, hem istedikleri kadar sevişip, hem de neşeli olduğunu düşünsek özellikle kadınları o alanın dışında tutmak herhalde epey zor olurdu.
Elbette biliyorum, bir kadının "istemediği bir erkekle" sevişmesinin zor olduğunu, bunun bir kadına ağır geldiğini ama hayatın sıradan aydınlığında "zor, ağır, kötü" gözüken birçok şeyin cinselliğin bütün şekilleri ve renkleri değiştiren şeytani alanına girildiğinde "çekici" görünebildiğini de biliyorum.
Kadınlardan, erkeklerden ve onların sevişmesinden söz ettiğimizde hiçbir şeyin "kesin" olmadığını gördüm hep.
Böyle bir zorunluluğu taşıyamayacak çok kadın vardır herhalde ama bu, bundan hiçbir kadın hoşlanmaz anlamına geliyor mu gerçekten? Bundan emin miyiz? Kadınların çoğunun "orospu olma fantezisi vardır" inancı nereden kaynaklanıyor peki?
Kimsenin bilmeyeceğine emin olsalar, bir günlüğüne bir orospunun hayatını yaşamaktan, oralarda neler olduğunu görmekten kaçınacak kadın sayısı sandığımız kadar çok mu olur? Doğrusu ben bu konularda çok emin konuşmaktan kaçınırdım.
Orospuların hepsi hüzünlü olmayabilir. Bazıları eğleniyor bile olabilir. Paradan başka hiçbir şey ödemek zorunda olmayan bir erkeğin şehvetini o kadar çıplak bir halde çok az kadın görmüştür. Belki de Kawabata'nın "uykuda sevilen kızları" uyumuyordur, uyuyor gibi yapıyordur.
Ve ihtiyarladığımda, bedenimin ihanetini hala ölmemiş bir arzuyu anlayışla karşılayarak unutturacak orospular olursa onları minnetle karşılarım.
Hüzünlü orospulardan çok "neşeli orospuların", insanlığın cinsellik labirentlerindeki bilinmezlikleri daha iyi anlamalarına yardımcı olduğuna o zaman bir kez daha inanırım.

Friday, June 24, 2005

bir yaz aksami oasis


oasis
Originally uploaded by derbose.
oasis le karsilasmam gec oldu ama guc olmadi. wonderwall la baslayan macera fade-in-out, you know what I mean, stop crying out your heart la devam etti. stand by me huzunlendirir, yolculuga cikarir. coldplay den sonra ki ikinci favori ingiliz grubum. manchester da 10 sene once kurulmuslar, elektronik muzigi rock la harmanlayip guzel dinlenilesi bir muzik yapiyo keratalar. grubun yaramaz sorunlu cocugu-grubun pici de diyebiliriz- yildizi Liam la diger eleman Noel Gallanger kardesler.
severek dinliyoruz.

kendi golgesine basar mi insan?

soyle bi gezim dedim sokakta. hamburg yaniyor. yok boyle bi si. oger tur da tuttugunu zikiyor bu arada. su uc yildan cikardigim bi sonuc da burdakilerin eline dusmemek gerektigi. caresiz oldugunu farkettikleri anda azina ziciyolar adamin. hemseri, toprak, yigido hic yemiyor buralarda. burdakilerin tek derdi para arkadas ne yazik ki. bize ait olan erdemleri unutmuslar. hep karsi cikiyodum yok oyle degil ayri bir kultur su bu, ama insan yasadikca anliyo. gecen burda dogan bi kiza da deutsch-turk diyince kizdi, ben turk um falan dedi. ayhan hoca umarim beni duyuyosundur. burda dogan 3. kusak harbiden bir kimlik bunaliminda. biz neyiz kimiz diye ellerinde fener kendi golgelerini ariyolar.

Wednesday, June 22, 2005

pink floyd un kisisel tarihimdeki nadide yeri tozlanmis, alamam kiyamam

rock muzigin efsane gruplarindan .. diye baslar butun anonslar parca girmeden yayina pink floyd u nitelemek icin. devrik bir cumlede boyle baslayabilir aslinda. roger waters-david gilmour kapismasina kara kita afrika noktali virgul koymus. pink floyd la tanismak gec nasip oldu, olsun kulagimizin pasini aldilar ya, ne gam. I wish you were here parcasi da bu arada grubun kurucusu syd icin yazilmis, ben hep bir sevgiliye yazildigini dusunmustum oysa ki, sevgi herkese yonelmeli aslinda, delmeli desmeli bagirlari, yakmali kor alev gibi, aldatmali tutkulu huzunlu bir fahiseyle ruh ikizimizi. konumuza donelim kivrak bir calimla. her sey syd in acid kullanmasiyla baslar, ve syd yoktur artik grupta, kovulmustur. Shine on You crazy Diamond da bir geri don cagrisidir, hatta yakarisidir grubun diger elemanlarinin. her dahi gibi syd de kendini yoketme hastaligina tutulmustur, geri doner mi asik carpip aksine bilinmez, bilinse sarki olmaz. demem odur ki bana da sarki yazan bir grubum olsa, geri don triplerine girseler once ziklemiyomus gibi yaparim, sonra ama dayanamam bir sarki patlar tuylu dudaklarimin arasindan, aldanam cocuksu mahsun yuzune, terkedip gidecek gidecek bir gun; sanma sever gibi gorundugune, sevmiyorum diyecek diyecek bir gun. pink floyd boyle soz yazsin, gelsin basimin ustunde yeri var, butun grubun hem de. bir kac iyi adam ucuyordu yildizlara diye bi sarki vardi yine ayni isimli boyband in, iste evrensellik iste sanat. pantolonu yildizlara takili kalan syd e selam eder, en kisa zamanda muslum gurses le duette kendisini gormek isterim. bu da ne acayip bi yazi oldu anasini satayim yahu....

Tuesday, June 21, 2005

sana kendime uzaklara


git4
Originally uploaded by derbose.
kimse

farketmedi

durdugum yerde

durup dururken

yola ciktigimi.

Enis Batur

Monday, June 20, 2005

kazik hep bize hep bize

ryanair le avrupa nin herhangi bir yerine 15 euroyla ucabiliyosun. cildirmak uzereyim, istanbul sezondan dolayi 200-300 arasi, hem de tek ucus. bu ryanair niye istanbul a da ucmaz ki sanki, kiniyorum....

cayiniza latina alir miydiniz?

dun piknikteydik flurdan elemanlarla. arash in veda partisi gibi bi si oldu -ki kendisi iranli olup, 5 yasinda ailesiyle almanya ya gelmistir- ingiltere de yeni bir hayata dogru yol alacak.

her neyse, efendim ilginc olan bi mevzu da almanlarin bizim bildigimiz izgara, sis gibi seylere grillen adini vermis olmalari. acik havada o unlu wurstlarini kizartip, bira esliginde yedikten sonra sere serpe uzanmak tipik bir haftasonu aktivitesi. belki bu gelenegi de turkler getirmistir doner gibi almanya ya. berlinli turklerin cumhurbaskanligi onunde piknik yapmalarini kinayan yazilar hic eksik olmaz yaz aylarinda alman gazetelerinde.

dun uzun bi aradan sonra futbol da oynadim, baya da bi sicakti. bi gol attim, ama sonra kaleye gectim, yoruldum hemencecik. yaslanmis oldugumu farkettim, zira karsi takimin kolombiyali forvetleri latin atesinin verdigi enerjiyle kaleyi nerden gorduyseler vurdular ibneler ya, hem de iyi vurdular. ama iyi kurtarislar da yapmadim degil, bilen bilir reflekslerim iyidir. yenildik ama ezilmedik;)

neyse efendim sonra iki guzel kizla tanisma imkani da dogdu, biri bolivya dan digeri de bogota dan.kathrine ve natalia. bir tanesi silence diye bi senaryo yaziyomus, anlatti, ilginc gercekten konu. latina lar gercekten farkli oluyor, ayri bir asalet ayri bir guzellik. burdan butun asil duygu latinalarina selam ederim. her ne kadar farkli yerlerden gelsek de sonucta insan insana benziyor. hikayeler bir yerde kesisiyor. ne demek lan bu simdi, hemen kacayim ben

Thursday, June 16, 2005

lafazan Nietzsche

"Whoever battles monsters should take care not to become a monster too, for if you stare long enough into the Abyss, the Abyss stares also into you."

Friedrich Nietzsche,
Beyond Good and Evil


Wednesday, June 15, 2005

erasmus un bittigi an

asagidan sarhos erasmus ogrencilerinin sesleri geliyor ve ben sana yaniyorum cira gibi gulum. ibrahim sadri modunda bir giris yaptim affola. bu adamlarin isi gucu eglence. her gun parti, icki, muzik olmaz ki kardesim. biraz ac oku kimis bu erasmus, oku da utan be frank kardesim. bu erasmuscularin zaten gelis amaci her degisim firsatinda oldugu gibi mala afederseniz kulturlerarasinda kaynasip kardeslik ve barisi temin etmek. tutkusan in maceralarini az dinlemedik bu konuda. e.karakas lutfen bu konuda da makale bekliyoruz sizden, karismadiginiz konu, irdelemediginiz sey yok zaten. bir nufus patlatma projesi olarak ab ya da genclik degisimi nereye kadar baslik olarak atilabilir. erasmuscudan adam cikmaz. degisime giden adama da atinizi emanet etmeyiniz efendim.

Tuesday, June 14, 2005

sinekten yar, coldplay den kadi olmaz


sineeek
Originally uploaded by derbose.
karsímdaki odada oturan kizin bi arkadasi gelmis berlin den. coldplay in konserine gelmís kiz. tabi bizde para yok gidemiyoz haliylen. ben istanbul da gitmistim. bogaz in havasi baskadir, gywneth de ordaydi, burda sarmaz falan dedim salladim. dalyan gibi masallah. ulan gecenin korunde ben camdan iceri giren sinegi-ki kendisi asagi yukari yandaki fotodaki gibiydi- kovalayim derken koridorun isigini yaktim, odayi karalttim. butun normal sinekler,pervaneler, ve ucan diger memeli familyalar isiga ucarlar.(bkz: tümay, fizik-1, biyoloji de olabilir)bi de elimle kolumla havayi dovuyorum ki sinek yavsagi bi yere konmussa havaya girsin de ucup gitsin diye isiga, bi nevi top gun ortami yaratmisim, hava kulesi islevi goruyorum gibi. buna biz ergonomik kompulsif taocu sinek kacirma teknigi deriz yakuzalar arasinda, ee nooldu kiz gordu tabi kapi acik olunca, farketmedim, ben hala salak salak kol, bacak ne varsa oynatiyorum gaza gelmisim bi de umurumda mi dunya. kendimi skinoske nin yerine falan koyarim genelde boyle her tarafimi oynatirken,hareket cekerim, asuaaa miyagisan falan derim. off off tabi kiz uykulu gozleriyle saskin bakinca karmam eksiye dustu, karizma sifir. ulan sinek adi sinek alacagin olsun. keske gecen odadan attigim orumcegi atmasaydim adi herif. korktumda attim o ibneyi de. gerci sonradan tirstim geri doner diye ama.dogaya mudahale etmemeli aslinda, kaplan ceylanlari yerken ziklemeyen kameraman misali olmali ara ara. ne genis adamdir be o, hic mi vicdanin yok ulan dot. bi kis kis yapsa kacacak kaplan oysa ki. bu arada ben hic kaplan gormedim yahu, gorsem de farketmez, gladyator gibiyim bi oraya bi buraya calarim kafasini yere, bi de tekmik vurdum mu dotune, kacar hemen kuyrugunu birakir mi bilemem, biraksa da almam alamam definedir diye, hatira olarakkabul ederim belki. aslinda kaplandan korkmam ciksa issiz bir aksamustu karsima. ama abi, bak kis geldi yakacak odunum yok, asagi mahalleden sari selim kendine yeni bir koruyucu aile buldu derse, evet derse affederim,gozundeki yasi silerim bir dirsek hareketimle, isirmaz beni. ama borc isterse verir miyim bilemem,oooo zorlama bebek inan bilemem...

kitabimi geri ver alcak

gittim tarif edilen yere kitabi bulmaya, babayi buldum afedersiniz. bi de etraftaki insanlar tuhaf tuhaf bakti, ulan her yere baktim, cop tenekesinin icine, caliliklara, duragin uzerine. sana soyluyorum duyuyosan beni, seni kiniyorum yabanci, nerde lan kitap, aradim taradim yok, her neyse tabi boyle seyler moralimizi bozmamali. sonra arada ne oldu ha adamin teki arabadan indi tam bozuk bi almancayla adres soruyodu ki bana, baska bi adam geldi direk turkce konustu, ver bakeim dedi. sonra soran da aa sen turk musun, ben de aaa sen de turksun dedim adres soran abiye, gulduk bole iste.

Monday, June 13, 2005

kaybolmus kitaplarin izinde

gecenlerde bir linke rasgeldim ve orjinal bir fikirle karsilastim: kitap unutmaca. tam da afacanlara gore. olay basitce su: okudugunuz ve begendiginiz bir kitabi bir yere gizliyor ve daha sonra da internetteki siteden nereye gizlediginizi duyuruyosunuz. kitabi bulan kisi okuduktan sonra kitabi tekrar gizliyor. boylece paylasimin ruhu kitap okumanin zevkiyle birlesiyor. biraz cilgin biraz zahmetli biraz da cin bir fikir. bugun bir muzenin onundeki otobus duragindan bir kitap bulmaya gidecem, umarim hala ordadir.
asagidaki linkten buldum adresi, baya bi yayginmis be bu olay . istanbul da tam bu tur gizemli seyler icin guzel bir arka plan saglayabilir. hadi bakalim ölü ozanlar bu fikri yayalim, ese dosta haber verelim...
http://www.bookcrossing.com/

Sunday, June 12, 2005

paranoid androidim yar tuz getir

sizlerin de basina geliyo mu bilmem ama, boyle bi si var. arkadaslardan evinden uzak olunca herkesi tanidik birine benzetmek, ben de bazen baya asiriya kaciyo.lisedeyken hic tanimadigim tipleri sanki burda goruyomusum gibime geliyo, aa diyorum vay pezo burda ne ariyo falan. bu sevdicekten ayrilinca da boyledir, her sey onu hatirlatir, acir icin, bi kavanoz pul biberi agzina boca etmislerde, su icememissindir, aynen oyle, askin kitabini yazdim cok iyi metaforlarim vardir taze dimagimda. bi de sen gittin ya herkes sana benzeyecek simdi diye bi siir vardi sanki. ya gercekten oyle, ama ayrilik da sevdaya dair, keske olmasa, daha iyi.

bir karnavalin ardindan

bugun hamburg un tarlabasina benzeyen st georg-steindamm inda alisveris yaptim, genelde sehrin yabancilari, junkileri, hippileri,orospulari nedense hep burda toplanmis, kasit var mi bilemiyorum, neyse efendim turk, arap, lubnan, pers tarzi marketler de hep burda, yani ayri bi dunya. aslinda bende fatih akin in yaptiginin aynisini hamburg da denesem mi acaba, baya bi malzeme cikabilir. hamburg un aglayan sesleri mesela, ya da hamburg aci vatan, pey pey pey, her neyse donerken bi baktim bi kalabalik, bagrismalar falan, herkesin elinde bira siseleri, ee normal dedim, sonra panyir gibi duzenlendigini gordum , aaa ne guzel dedim gezeyim biraz. ana o d ane, erkekler sarmas dolas, tamam burda normal de sank i bi anormallik var durumda, cakozlamadim daha ama , yuruyorum bakaraktan etrafa, uulan dedim adamlar nen guzel alternatif eglence arayisi yapmislar, ´muzik falan, ben yurudukce ortamin erkek katsayisi da geometrik artmakta, ulan dedim neme lazim, altinci hisim fazla gitme dedi, geri dondum ki ne goreyim, sokagin basindaki pankartta gay pride-christopher street day, hay sansima, tam da ortasina girmisim parade diyolar buna, turkcesi panayir midir nedir, gecit de olabilir, tam 16 bin, evet evet tam 16 bin gay ve ben, dotu zor kurtardik vesselam. bundan alinacak ders ahali, yad ellerde oyle aa ne guzel eglence var ayagina girmeyin aradan, hadi rio karnavali olsun aradan bacadan gir ama diger karnaval tarzi eglencelere hemen atlama...

Saturday, June 11, 2005

dil dile degmeli

ingilizce sozlugu collins yeni kelimeler eklemis son baskisina, ilginc kelimeler turemis son zamanlarda, bi goz atin,

kaynak: radikal

Chav: Günlük spor giysi giyen genç çalışan kesimden kişi, Asbo: Asosyal davranış bozukluğu, Retrosexual: Görünüşüne fazla vakit ayırmayan heteroseksüel erkek, Adultescent: Hâlâ gençlik kültürüne ilgi duyan yetişkin kimse, Brand Nazi: Tek bir marka kıyafet giymekte ısrar eden kişi... Sözlüğe yeni giren 'property porn' (mülkiyet pornosu) ise televizyonlarda örneğin cennet gibi mekânlardaki muhteşem satılık arazi ve emlakların gösterildiği, insanı hayal kurmaya sürükleyen programları ifade ediyor.

komprador google bizi gozetliyor

google a ne kadar guvenebiliriz, uyanin gencler, hep zaten dusunmusumdur, yani diyelim ki bi kelime aratiyosun, nerden biliyosun ilk sayfanin baskasi tarafindan dizayn edilerek senin onune gelmedigini, nerden biliyosun,muneccim misin sen, o yuzden google la kurban kesmeyin kardesim, guven olmaz, google a kurbana girilmez bu kadar... ps-"failure" i aratin ve hos bi surpriz

Thursday, June 09, 2005

bi de...

bi de bu kız the gift filminde oynamıştı
ayrıca ebru akele hafiften benziyor
sherlock holmes ile bir akrabalığı da olabilir
di mi ama!

katie holmes nam-i diger joey´e sitemimdir


katie
Originally uploaded by derbose.

oy katie can katie
duydum ki o siyah gozlerin baskasina bakar
geceler boyu birbirine surterek gulustugumuz
kepce kulaklarin
o pustun oglu tom cruise dan
i lav you i lav you do you lav me yes i do
melodisini duyarken icimden bir tuy kopar duser gecenin koyu yalnizligina.
parantez aciyorum simdi ,
bizim sarkimizi soylerdim sana hep hatirlar misin,
benim balonlarim var i,
o eski adam yok artik yerinde kahpe,
kapa parantez.

oysa ben seni hic sevmedim,
ben senin dawson in koyundaki o kucuk
sirin sincap bakislarini,
sek sek seken urkek kacislarini,
kimseye vermeyip sonlara dogru
herkese versen de,
sevmistim, tarzini guzel kiz.

ne oldu can,
o eyes wide shut da gotunu cikarip herkese gosteren
ben miydim sanki,tom degil miydi,
bundan sonra top gun seyreden de adidir
bak hala o ibne sarkastik gulus tom da,
kullanacak seni elbezi gibi,yesil pelikan silgiyi bilir misin,
ayni onun gibi hor kullanacak seni diger
zavalli nisalari silmek icin gecmisnden,
ara ara komplike olurum, surrealist cizgimden odun vermememe
baglayabilirsiniz bayan bunu, naturmorttan hazetmem lakin.

umarim gittigin yol yoldur,
ama donersen eger bir gun,
bil ki ben o kilibik dawson a benzemem,
o parlak joshua jackson u da
seksapelligimlen cebimden cikartirim gulum,
donersen ben orda olacagim yine de,
emirgan´a sisli bir ayazdan bakan asiyan da,
bir planet hollwood ortami saglayamam sana ama,
erkeksi stilistik durus nedir tarifini yapar,
kiymali boregimlen aklini alirim kiz yosma.

bu sitem sen o missioncudan ayrilan dek
icine dert olsun diye burda kalacak
bir noktali virgul olacak ikimizin alternatif
tarih kayitlarinda.
harita metotlara cizecegim o gune dek
senden kalan aci hatiralari,
umarim cografyan iyidir ey su samurundan kaygan teni olan
dana gozlum,
zira ben seni 26-42; 36-45 koordinatlarinda
bekliyor olacagim gozumdeki yas ilen.
dale don dalozan derbose

ps. unutmadan 27se ki eminönu seyrantepe dir kendisi, kalbimin en kuytu kiyilarindaki hassas duraklara ugrayan en asil duygunun otobusudur, binersen indirimli basarsin guzelim akbilini, zira biz de kara sevdaya saygi duyulur, tom daki gibi param olmasa da conkbayiri gibi yuregim var.



aktuele dostca bir oneri

sevgili aktuel pardon yeni aktuelciler, ya bu kari kiz coverlarinizdan gina geldi artik,(bkz:ingilizce kelime kulanarak bayanlara selam veren oryantalist kisi) kim koyuyo bunlari oraya bilmiyorum ama yanlissss, misal son sayida kapak haberle gisel in fotosu ne alaka dedirtiyor, tamam abazalar da var, onlari da dusunun ama ya koydugunuz kari yani resmi yayimlanan kisi demek istiyorum, ya gundemden bi fistik olsun, ya da hic koymayin bu tarz fotograflar ki haberleriniz on plana ciksin, kitsch olmayin kardesim, -kic okuyunuz- iste budur aktuel in ve de yeni aktuel in yillardir icinden cikamadigi labirent, fhm-esquire dan bozma biraz da noktanin yandan yemisi, oooooooo, orhan pamuk mesela cuk oturmustu, girme polemige girmee, uyariyorum ustume gelmeyin, bu coverlar eskidi gecti artik, toplum degisiyo kardesim, helgalar donemi bitti, adinda yeni var ama mantik hala eskidji, sark kurnazliginin gostergesi mi bilemem, marmara universitesindeki solcu kaldirac dergisi olun demiyorum, yanlis anlamayin, ama yeni nesle genc dimaglara perspektif ver, ufuk ac, biraz gayrettt et guzelim beahhh

Melek Usta


waiting for...(ter)
Originally uploaded by cathzilla.

sularım duruldu... çekip gitmek var hesapta
yürümekle koşmak arası bir mavi
Melek Usta iki çay daha yaz hesabıma
bu sular ne vakit bulanmışsa...

o vakit uzak bir yaz düşünürüm
hem böyle mavi hem böyle koyu
göğün altında sular hem adam boyu
hem elinizden tutar sizi de götürürüm.

Melek Usta geç otur sen yanıma
ellerim yoruldu... ben birazdan üşürüm.

Fatih Artvinli / Varlık Dergisi Mayıs 2002 sayısı

Wednesday, June 08, 2005

hele hele

ben sana buraya yazamazsin demedim. alos başaramazsın demedim...

Dostlar Limani

aha yaziyorum oldu mi?

Dostlar Limani

Dostlar Limani
selam sanırım bu sefer başardım
alos

yigido ozgur



Originally uploaded by derbose.
-lan oglum buraya buraya bak burayaa!!suyun kaldirma gücünü buldum!!
-peki bu ne bu elimdeki?.
-vay ipneee, yercekimini mi buldun lan?!.
-heralde. sabah graham aradi. o da bi sey bulmus ama soylemedi.
-aradi mi? nasil aradi?
-lan bi dakka...
---vay ipnee telefonu bulmus!...

Tuesday, June 07, 2005

marmara dan haber var

helal olsun, asagidaki haber bugunun referans gazetesinden. site de gercekten guzel olmus. haberler, acik pozisyonlar.ya bi de baya olmus olum biz mezun olali. ozledim be, nerde uzumcu,nerde huzunlu, nerde eko yu odev icin kullanan beyza, aaaaalllll ....

07.06.2005 / Pervin Kaplan

İş bulma kaygısı daha mezun olmadan üniversite öğrencilerinin kollarını sıvamalarına neden oldu. Marmara Üniversitesi Marmara Community öğrencileri de bir ilke imza atarak, kendi kurdukları kariyer sitesi ile mezun olmadan işlerini bulmaya başladı.

Mezuniyet sonrasında işsizlik sorunuyla karşılaşmak istemeyen Alper Özaltın ve Okan Özdemir kafa kafaya verip insan kaynakları sitesi oluşturdu. Marmara Community İngilizce Ekonomi Kulübü üyesi olan Özaltın ve Özdemir 1,5 yıl süren çalışmalarının ardından Mart 2004’te hazırladıkları kariyer sitesini hizmete açtı. 5 bin Marmaralının CV’sini bıraktığı "ik.marmara.edu.tr" adresinden pek çok ünlü şirket eleman açığını gideriyor. Kulüp öğrencilerinin hazırladığı site, Marmara Üniversitesi öğrencilerine iş dünyası ve kariyer konuları hakkındaki son güncel haberleri, günümüz iş dünyası eğilimlerini, profesyonellerle yapılmış röportajları ve en önemlisi iş ve staj ilanlarını paylaşıyor, Marmaralıların kariyerlerini oluşturmalarında destek sağlıyor.

Hayal gerçeğe dönüştü
Bugün 80 öğrencinin faal olarak çalıştığı Marmara Community İngilizce Ekonomi Kulübü’nün başkanlığını yürüten İngilizce İktisat Bölümü 2. sınıf öğrencisi olan Onur Yurtcanlı, Marmaralı öğrencilerin özel sektörle buluşmasında aracılık yaptıklarını söylüyor. Sitenin uzun çalışmalar sonucunda ortaya çıktığını vurgulayan Onur Yurtcanlı “Başta hayal gibi geliyordu. Çünkü insan kaynakları sitesinin öğrenci kulübünden çıkması bizim için çok önemli. Kulüp olarak birçok organizasyona imza attık. Her organizasyon bize farklı tecrübe kazandırdı” diyor.

CV Bankası dezavantajdı
Geçen yıla kadar bir CV bankası oluşturduklarını belirten Yurtcanlı, CV bankasının dezavantajlarını şöyle sıralıyor: “CV bankasında mezun adaylarının bilgilerini şirketlere gönderiyorduk. Bu bilgiler güncellenemiyordu. Öğrencinin aldığı her yeni eğitim iş bulmasında bir adım öne çıkmasına neden olabiliyor. Firmalar da CV bankasını değerlendirirken zorlanıyorlardı. CV’lerin bir arama motoruyla değerlendirilmesi daha kolay olacaktı. CV bankasında öğrencilerin şirket seçme hakkı olmuyordu. Herhangi bir işe başvuruda bulunduğumuzda ısrarla son çalıştığımız yerdeki maaşımız soruluyordu. Sitenin öğrenci odaklı olarak yeniden tasarlanması gerekiyordu. “ik.marmara.edu.tr” sitesini hazırlarken tüm bu olumsuzlukları göz önüne aldık.”
Marmara Üniversitesi’nin 50 bini aşkın öğrencisi ve yüz binlerce mezunu bulunuyor. Bu site sayesinde öğrenciler mezunlarla buluşma imkanı da buldu. Marmara Community İngilizce Ekonomi Kulübü öğrencileri, çalışmalarında üniversite yönetiminin de kendilerine server desteği verdiğini belirtiyor.



Monday, June 06, 2005

ÇİÇEĞE DURUR GİBİ UYANIŞIM

sabah sabah
bir uyandım bir uyandım sormayın
çarşafım yeni ya biraz ondan bilindi
güneşti camdan vuran serseri kılıklı, kar bile yağsa
belki bir meleğin sırtını kaşımış
ya da kafayı üşütmüştüm sağımdan kalkarak
hepsi olabilirdi
bugün aybaşı, maaş alacak
talih kuşu başına konacak, ondandır dendi
biri de tutturdu düşümde cenneti görmüşüm
boşversene sen arkadaş
öyle olsa cenneti bırakır da uyanır mıyım hiç
hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil

çiçeğe durur gibi uyanışım
akpak sevdamdan
ve böyle bir günün say say bitmez güzelliği

akgun akova

hamburg meine perle


fsy_2162
Originally uploaded by derbose.

evet hamburg, coktandir yaziyi haketmisti bu guzel teutonia sehri. hamburg hem sehirdir hem de eyalettir. bildiginiz gibi almanya federal bir sisteme sahip olup, 16 eyaletten olusmaktadir. bremen ve berlin de hamburg gibi hem eyalet hem de sehir statusundedir. hamburg 1. 7 milyon nufusuyla almanya nin ikinci buyuk sehri.
ekonomik, kulturel ve egitim alanlarinda bir metropol olan hamburg,kuzeyin yildizidir.daha gidemedim ama giden arkadas-hintli olur kendileri, saravanah, tam bi bilgisayar dehasi-kopenhag otobusle 3 saat suruyo demistir.lan tutku, kizlari da guzelmis danimarka nin. aldigim istatiski bilgilere gore, 90-100 bin turk yasamakta burda, en unluleri de fatih akin ve vural oger. fatih akin in semti olan altona icin kucuk istanbul benzetmesi yapsam yanilmis olmam heralde. ha bi de diger yonetmen yuksel pazarkaya var. ayse polat da hamburg dan olabilir. neden yonetmenlerin cogu hamburg dan diye akliniza bir soru geldiyse, bunun da cevabi egitim de sakli: hamburg da bir de sinema okulu mevcut.
hamburg da bi de almanya nin en zenginleri yasamakta.kisi basina gelir 50 bin euro diye okumustum burda, genel almanya ortalamsi 27 bin di
galiba. tabi para saadet demek diil unutmayalim.
hamburg (HH) da 2302 kopru bulunmakta, saydim da ordan biliyorum, venedik le amsterdami topla yine gecemiyolar hamburg u bu konuda. bir de new york dan sonra en cok konsolosluk bulunan sehir, 90 falan.
hamburg da yaklasik 65 bin ogrenci en buyugu hamburg universitesi olan 11 yuksekokul da ogrenim gormektedir.

Hamburg ismi bir rivayete gore eski saksonya tabiri ile: nehir kiyisindan gelmekte. zira alster nehri kentin icinden gecerek elbe ye dokulmekte. dokuldugu yerde 950 yılları civarlarında Hammaburg kurulmuş.12 yy da ticaret baya gelismeye baslamis kuzey de. hukumdar barbarossa elbe de gumruk alma ayricaligini tanimis hamburg a ve hamburg bir hanse stadt halini almis, hanse neydi lan, hanse ortacag da ticaret icin kurulmus kent demeti anlamina geliyo. bremen de bir hanse kentidir, digerlerini unutum. o yillarda hamburg un en onemli ihrac mali bira. zaten almanlar birayi seller sular gibi iciyor gercekten.

avrupa nin yaramaz cocugu napolyon 1806-1814 yılları arasında isgalciymis burda.1842 yılındaki yanginda kentin ucte biri yanmis. ikinci dunya savasinda hamburg baya bi bombalanmis, nerdeyse kent harabeye donmus, bi de dresden dir baya bombalanan sehir.

kentin eglence mekani saint pauli dir, ya da halk arasinda bilinen ismiyle sankt pauli. reeperbahn da bir cok cafe, amsterdam in red corner indan daha buyuk ve eglencelidir.gittim ordan biliyorum , aaallll

biraz da spor. kentin takimi HSV hamburg olmasina ragmen; 3. ligde oynayan saint pauli politik-sol durusuyla bir cok kisinin sempatisini kazanmistir.

ozetle, hamburg gunduzleri asiri temiz, asiri elit bir gorunume burunurken; geceleri sokaklarda haftasonu haricinde in cinin top oynadigi multi kulti bir metropol. sehrin diger yuzunu olusturan junkiiler ve "tutunamayanlar" i ancak saint georg da, ya da metrolarin icinde gorebilen, uzulen. bi tarafta porsche kullanip, en luks magazalardan alis veris edip, elbe kiyisinda oturan milyarderler, diger taraftan uyusturu muptelalari, pezevenkler, mankenlere tas cikartan sokak kadinlari, ailesi olmayan,polisten kacan vizesiz kacak yasayan illegal gocmenler; yani tutunamayanlar. bir nevi global cagimizin tipik bir yansimasi; welcome to hamburg...

Friday, June 03, 2005

tenisci yetistirmeliyiz acil


in the middle of attention
Originally uploaded by vccharlie.

federer-nadal roland gross un erken finali olarak nitelenen maci seyrediyorum, mukemmel gidiyor. forehand, backhand , ace, her sey var macta. ispanyol nadal bugun 19 yasina girmis, vay pezevenk bu yasta bu teknik, helal olsun. bi de nadal diye bi futbolcu vardi, acaba bi akrabasimikine. bakiyorum da genelde ispanyol, rus, abd li tenisciler basarili bu tenis isinde. aslinda ben d emerakliydim lisedeyken, masa tenis oynuyoduk o zamanlar, tabi spor komleksimiz vardi da biz mi oynamadik, yani aslinda belki de icimizde uyuyan bir ivan lendl bir john mcenroe var, evet john mcenroe, ya sevdim ben bu ismi, ne guzel, bi de boris peker vardir, sari sakallarindan hic hazetmedim, sevemedim hareketlerini. en iyisi gogsunu tiraslayan agassi dir gozumde. ama simdi hepsi tarih oldu, bak federer bak sharapova. bu arada sharapova yi eleyen zihniyeti buradan kiniyor, guzellikler final oynamali diyorum, duy wimbildin duy beni sen roland gross. evet nerde kalmistim, hulya avsar herkese raket alsin kampanyasi baslatilabilir, ya da parklara tenis kortlari yapilabilir. yani tenis halka inmeli diyorum kisaca, budur benim derdim. gor o zaman ahmetleri mehmetleri ayseleri gokceleri. nadal alacak gibi ama du bakalim.

guzel havalar


guzel hava
Originally uploaded by derbose.

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli Kanık

Thursday, June 02, 2005

oz has aktuel-temmuzzz


oz has aktuel
Originally uploaded by derbose.

yok aylin aslim yok pamukcu orhan, yeterrr, acar ve bektas dan sonra tuy ve kila hasret su gozler biraz bayram etsin, zamaninda kiymetini bilemedik cocuklarin, her bahar kirpsaydik simdiye laleli de iki dukkanimiz, iskenderun da bi yazligimiz olurdu, siisssssssst, aloo. bu arada yandaki kahramanimizin wake me up before you go go diyen saclari amiyane tabirle yenal in arkadasi mehmet in saclari degil mi, ya o alayci mustehzi gulumseme, ya o sol gozdeki capkin bayan sen nerdensiniz diyen hain seyirme, yo yo yo bebek, deme bana o eski sarapcinin yine gemisi batanda, cumasina kayan robinson olanda, yolanda. heder etmisler seni yigido, lola ve kid olmussun sen, yaklasma zira duygularimin zincirlerini baglamisim cozulmuyor, mihribann, ama unutma ben seni hep panco kokan coraplarin ve o bayanlarin icini yakan, bir yangin cikartan bakislarinla hatirlayacagim, bir de babacan hal ve tavirlarinla. bu hatiratima saygi goster, libidonu ve kimononu her zaman yuksek tutmaya calis, donsuz yatma geceleri, iste budur sana vasiyet-il humayunum.

ahoi, ahoi, aloha....

bir genc yazara mektuplar´dan alinmistir.